Suriye, 8 Aralık 2024’te Beşşar Esad’ın devrilmesiyle başlayan yeni dönemde, bölgesel ve küresel aktörlerin stratejik manevralarıyla hızla yeniden şekilleniyor. Türkiye’nin Esad rejiminin çöküşünü “zafer” olarak kutlamasının üzerinden yalnızca beş ay geçmişken, sahadaki gelişmeler farklı bir tablo ortaya koyuyor: ABD-İsrail ittifakı, Suriye’nin geleceğini belirlemede önemli bir avantaj elde etmiş görünüyor. Bu süreçte, Suriye’deki Kürt gruplar da siyasi ve diplomatik hamleleriyle dikkat çekiyor. Ancak bu analiz, Kürt grupların övülmesinden ziyade, onların stratejik adımlarını ve bölgedeki rolünü nesnel bir şekilde ele alarak, Türkiye’nin pozisyonunu detaylı bir şekilde değerlendiriyor.

HTŞ’nin ABD ve İsrail’le Yakınlaşması

Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı ve HTŞ lideri Ahmet eş-Şara (Colani), ABD’nin yaptırımları kaldırma karşılığında öne sürdüğü sekiz şarttan beşini kabul ettiğini yazılı olarak Washington’a bildirdi. Kalan üç şart için görüşmeye açık olduğunu belirtmesi, Şara’nın pragmatik bir yaklaşım sergilediğini gösteriyor. Kabul edilen şartlar arasında iki madde kritik önemde:

  1. Filistinli Grupların Kontrolü: Şara, Suriye’deki Filistinli grupların faaliyetlerini izlemek için bir komite kurulacağını taahhüt etti. Bu, Suriye’nin Filistin direnişine verdiği tarihsel desteği zayıflatabilir ve uzun vadede bu grupların ülkede faaliyetlerini sınırlayabilir. Şam’ın Filistin davasındaki rolü, bu adımla ciddi bir darbe alabilir.

  2. İsrail’e Tehdit Oluşturmama Taahhüdü: Şara, Suriye’nin “İsrail de dahil hiçbir taraf için tehdit kaynağı olmayacağını” garanti etti. Bu, Suriye’nin İsrail’e karşı uzun süredir sürdürdüğü duruşu tersine çeviren bir kırılma noktası. ABD Kongre Üyesi Cory Mills’in geçen hafta Şam’da Şara ile görüşmesi sonrası yaptığı açıklamalar, bu taahhüdün ötesine işaret ediyor. Mills, Şara’nın İbrahim Anlaşmaları’na katılma ve İsrail ile normalleşme konusunda “açık” olduğunu belirtti. Bu, Şam’ın Tel Aviv’le diplomatik ilişki kurma yolunda ilerlediğinin güçlü bir sinyali.

Bu gelişmeler, İsrail için üç stratejik kazanım sunuyor: İlk olarak, 1967’den beri işgal ettiği Golan Tepeleri’ne Suriye üzerinden dolaylı bir meşruiyet sağlanabilir. İkinci olarak, Suriye’nin “direniş ekseninden” kopması, İran ve Hizbullah’ın bölgedeki etkisini azaltarak Filistin davasını destekleyen ittifakları zayıflatır. Üçüncü olarak, İbrahim Anlaşmaları’na katılan Arap ülkelerinin sayısının artması, Filistin devletinin tanınması için uluslararası baskıyı azaltabilir.

Suriye’deki Kürt Grupların Stratejik Hamleleri

Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kürt gruplar siyasi ve diplomatik alanda önemli adımlar atıyor. PKK’nin Suriye kolu PYD ile Barzani’ye yakın ENKS, “Rojova Birlik ve Ortak Tutum Konferansı” düzenleyerek “ortak Kürt heyeti” oluşturma kararı aldı. Konferansın sonuç bildirgesinde, “Suriye’deki Kürt sorununa demokratik ve ademi merkeziyetçi bir çözüm” ile “Kürtlerin anayasal haklarının güvence altına alınması” hedefleri vurgulandı. Konferansı, Türkiye’den DEM ve DBP, Irak’tan KDP ve KYB temsilcileri izledi, bu da Kürt grupların bölgesel destek ağını genişletme çabasında olduğunu gösteriyor.

SDG lideri Mazlum Abdi, DEM heyetiyle görüşmesinde Ankara’ya dikkat çekici bir mesaj gönderdi: “Öcalan’ın çağrısının başarısı için elimizden geleni yapacağız.” Bu mesaj, Abdi’nin Türkiye ile diyalog arayışında olduğunu ima etse de, PYD/YPG’nin Suriye’de özerk bir yönetim kurma hedefinden vazgeçmediğini ortaya koyuyor. Mart 2025’te HTŞ ile SDG arasında ABD sponsorluğunda imzalanan 12 maddelik anlaşma, bu grupların kuzeydoğudaki iş birliğini güçlendirdi. Anlaşma, Suriye’nin yeni anayasa sürecinde Kürtlerin haklarını koruma ve federal bir yapı talebini destekleme yönünde önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Kürt grupların bu hamleleri, onların Suriye’deki kaotik ortamda pragmatik ve stratejik bir pozisyon aldığını gösteriyor. PYD ve ENKS arasındaki uzlaşma, Kürtlerin iç bölünmüşlüğünü aşma çabası olarak okunabilir. Ayrıca, ABD’nin desteğiyle SDG’nin uluslararası alanda meşruiyet kazanması, Kürt grupların Suriye’nin geleceğinde daha etkili bir aktör olma potansiyelini artırıyor. Ancak bu durum, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını da tetikliyor; zira Ankara, PYD/YPG’yi PKK’nin uzantısı olarak görüyor ve Suriye’deki özerk bir Kürt yönetimini ulusal güvenliğine tehdit olarak değerlendiriyor.

Ankara’nın Değişen Tutumu ve SDG’nin Meşrulaşması

Türkiye’nin Suriye politikasında dikkat çekici bir dönüşüm yaşanıyor. Daha iki ay önce, PYD yöneticisi Salih Müslim ile röportaj yapan gazeteci Nevşin Mengü, “terör propagandası” suçlamasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Ancak şimdi, Ankara SDG’ye yönelik daha ılımlı bir yaklaşım sergiliyor. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG” yerine “Suriye Demokratik Güçleri (SDG)” ifadesini kullanması, bu değişimin açık bir göstergesi. Bu söylem değişikliği, Türkiye’nin SDG’yi dolaylı olarak kabullenme yolunda adımlar attığını düşündürüyor.

Bu yumuşama, ABD’nin Suriye’deki denklemi şekillendirmedeki etkisini yansıtıyor. ABD, HTŞ-SDG ve PYD-ENKS anlaşmalarını kolaylaştırarak, Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürt gruplarını meşrulaştırırken, HTŞ’yi Şam’da bir aktör haline getirdi. İsrail basını, ABD’nin Suriye’den çekilme planlarının Türkiye’nin bölgedeki etkisini artıracağından endişe etse de, Ankara’nın SDG ile uzlaşma sinyalleri, Washington’un yönlendirmelerine uyum sağladığını gösteriyor. Örneğin, X’te dolaşan bazı gönderiler, Türkiye’nin SDG ile dolaylı görüşmeler yürüttüğünü ve Suriye’de istikrar için Kürt gruplarla iş birliği olasılığını değerlendirdiğini öne sürüyor. Ancak bu iddialar resmi kaynaklarla doğrulanmış değil.

İsrail’in Kazanımları ve Bölgesel Dengeler

HTŞ’nin İsrail’le normalleşme sinyalleri, Suriye’deki denklemi kökten değiştiriyor. Şara’nın taahhütleri, İsrail’in Golan Tepeleri’ni pekiştirmesine zemin hazırlarken, Suriye’nin “direniş ekseninden” kopması, Filistin davasını destekleyen bölgesel ittifakları zayıflatıyor. İbrahim Anlaşmaları’na katılan Arap ülkelerinin sayısının artması, Filistin devletinin tanınması için uluslararası baskıyı azaltabilir. İngiltere’nin Suriye’ye yaptırımları parça parça kaldırmaya başlaması da, Batı’nın Şara yönetimine verdiği desteği gösteriyor.

Bu süreçte, İsrail’in Suriye’deki provokatif hamleleri dikkat çekiyor. Örneğin, İsrail’in Türkiye’nin modernize etmeyi planladığı T4 Hava Üssü’ne düzenlediği saldırılar, Ankara-Tel Aviv gerilimini artırıyor. X’te bu saldırılarla ilgili paylaşımlar, İsrail’in Suriye’deki Türk varlığına karşı “uyarı atışı” yaptığı yorumlarını beraberinde getirdi. Ancak ABD’nin Türkiye-İsrail arasında arabuluculuk yapma çabaları, Ankara’yı daha temkinli bir pozisyona itiyor.

Türkiye’nin Stratejik Sınavı

Türkiye açısından tablo karmaşık. Esad’ın devrilmesiyle başlayan süreç, Ankara’nın beklediği bölgesel istikrarı getirmek yerine, ABD-İsrail ittifakının elini güçlendirdi. HTŞ’nin İsrail’le normalleşme adımları, SDG’nin meşrulaşması ve Filistin direnişinin Suriye’deki zemin kaybı, Türkiye’nin “Halep 82, Kudüs 83” söylemini gölgede bırakıyor. Astana süreci ve Esad karşıtlığı, Türkiye’nin Suriye’de istikrar sağlama hedefini sekteye uğrattı.

Ankara’nın SDG’ye yönelik ılımlı söylemi, ABD ile ilişkileri dengeleme çabası olarak değerlendirilebilir. Ancak bu, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt özerkliği taleplerine nasıl yanıt vereceği sorusunu açıkta bırakıyor. Kürt grupların PYD-ENKS uzlaşması ve SDG’nin ABD desteğiyle güçlenmesi, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırıyor. Öte yandan, Mazlum Abdi’nin Ankara’ya gönderdiği mesajlar, diyalog kapısının aralandığını gösterse de, bu diyalogun sınırları belirsiz.

Türkiye’nin Suriye politikasında karşılaştığı bu yeni denklem, stratejik bir sınav niteliğinde. Ankara, bir yandan ABD ile iş birliğini sürdürürken, diğer yandan İsrail’in bölgesel kazanımlarını dengeleme ve Kürt gruplarla ilişkileri yönetme zorunluluğuyla karşı karşıya. X’te dolaşan bazı analizler, Türkiye’nin Suriye’de “oyun kurucu” rolünü yeniden inşa etmek için HTŞ ve SDG ile pragmatik bir diyalog kurabileceğini öne sürüyor. Ancak bu, hem iç politikada hem de bölgesel dengelerde hassas bir denge gerektiriyor.

Sonuç: Nesnel Bir Değerlendirme

Kazakistan'ın Sairam-Ögem Ulusal Parkı'nda Nesli Tükenen Kar Leoparı Görüntülendi
Kazakistan'ın Sairam-Ögem Ulusal Parkı'nda Nesli Tükenen Kar Leoparı Görüntülendi
İçeriği Görüntüle

Suriye’deki gelişmeler, ABD-İsrail ittifakının bölgedeki nüfuzunu artırdığını gösteriyor. HTŞ’nin İsrail’le normalleşme sinyalleri, Golan Tepeleri’nin işgaline meşruiyet kazandırabilir ve Filistin davasını zayıflatabilir. Kürt gruplar, PYD-ENKS uzlaşması ve SDG’nin meşrulaşmasıyla Suriye’nin geleceğinde daha etkili bir aktör olma yolunda ilerliyor. Bu grupların stratejik hamleleri, kaotik bir ortamda siyasi birliği sağlama ve uluslararası destek kazanma çabalarını yansıtıyor.

Türkiye için ise bu süreç, dış politikada soğukkanlı ve yapıcı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. SDG’ye yönelik yumuşama, ABD ile ilişkileri dengeleme çabası olsa da, Kürt özerkliği ve İsrail’in kazanımları, Ankara’nın güvenlik ve ideolojik önceliklerini sorgulamasına yol açıyor. Türkiye, Suriye’de istikrarı sağlama hedefini yeniden önceliklendirerek, bölgesel dengelerde etkin bir rol oynayabilir. Aksi takdirde, “Halep 82, Kudüs 83” söylemi, yalnızca bir propaganda sloganı olarak kalabilir; kazanan ise ABD-İsrail ittifakı olacaktır.